5 Şubat 2010 Cuma

Emler Batı Yüzü-Sırtı Rotası Faaliyet Raporu‏

Bayram tatilinde yaptığımız faaliyetin faaliyet raporu aşağıda, Pınar
Kavak yazdı:

30 Kasım-1 Aralık 2009 Emler Batı Yüzü-Sırtı Rotası Tırmanışı

Ekip: Özgün Balaban, Celil Yağız, Pınar Kavak

Tarih: 30 Kasım-1 Aralık 2009

Taşınan teknik malzeme: Bir yarım ip. 5-6 sikke. Çekiç. Kemerler.
Prusik, emniyet aleti, 3-5 karabina. Teknik malzeme kullanılmadı.

Hava Durumu: 1 Aralık akşamına kadar açık, 1 aralık akşamı kapalı ve
sonrasında Niğde yolunda kar atıştırdığına göre yukarıda daha da kötü
olduğunu tahmin ediyorum.

Bütün yazıhaneleri dolaşıp Ankara'ya bilet bulamayınca moralim epey
bozulmuştu. Hani doğru düzgün firmaları bırak, en kötü firmalar da
yüzüme bile bakmadan bana sadece "Yok!" deyip maçı seyretmeye devam
ediyorlardı. Acaba bu faaliyet benim için tembelliğim yüzünden ve bir
Ankara bileti uğruna yok mu olacaktı... En son Nilüfer'de kalmış tek
kişilik bir bayan yeri bulunca bir kez daha dört ayağımın üstüne
düştüğümü hissettim ve mutlu mutlu evin yolunu tuttum. Merak etmeyin
faaliyete 1 hafta öncesinden başladım ama tek tek her günü anlatarak
bu raporun daha ilk paragrafında sayfayı kapatmanıza sebep
olmayacağım. İşte başlıyooor:

Plan şuydu. Zaten Ankara'da yaşayan Celil ve birkaç gün evvel
Ankara'ya ulaşmış olan Özgün'e ben, Pınar da 29 Kasım Perşembe
akşamından eklenince ekibi tamamlayıp Cuma sabah 4.00 gibi Celil'in
arabasıyla Çamardı yoluna düşecektik. Akşam alışveriş ve toparlanma
faslı uzayınca ve erkenden uyuyamayınca 4.00 olan hareket saati 9.00'a
taşındı o ayrı. Arabayla Çamardı'na gitmek de nasıl bir lüksmüş bu
faaliyette anladım, gerçi ben arka koltukta uyuyordum, bir de önde
uyamayan şoför ve onu uyutmamak için sürekli konuşma görevini
üstlenmiş yan koltuk yolcusuna sormak lazım... Neyse imkanı olanlara
şiddetle tavsiye ederim. Demirkazık Dağ Evi'ne arabayı park ettikten
ve son kez çantaları ayarladıktan sonra iki saatlik yürüyüşün ardından
Sokullupınar kamp alanında şırıl şırıl akan ilk çeşmenin yanına kurduk
çadırımızı. Merak edenler için daha yukarda bulunan iki çeşme de
akıyor. İlk kamp gününü de uzatmaya gerek yok, klasik işler, yemek,
içmek, plan ve uyku. Yanımızda rotayı anlatan Aladağlar'da 50 Rota
kitabı ve Anıl ve Moris'in faaliyet raporları da dahil olmak üzere
birkaç rapor ve Moris'in bana cevaben yazdığı "Yapılmaması gerekenler"
listesinin üzerinden birkaç kez geçmiştik.

31 Kasım Cumartesi gecesi plana sadık kalarak 3.00'te kalktık. Yarım
saatlik bir gecikmeyle 5.00'te yola çıktık. Yoldan yürümeye başladık,
bir süre sonra en uygun bölgeden araziye girdik ve o kitapta
bahsedilen belirgin kaya kütlesinin soluna doğru zigzaklardan oluşan
bir hat çizdik. Kayaların solundan solundan ve fazla da içeriye
sapmadan (yani diplerinden de çok uzaklaşmadan) yukarıya bir bele
çıktık. Buraya çıkmamızla bu faaliyetin dönüşünün hayati bir durum
oluşmadıkça Emler klasikten yapılacağı anlaşıldı. Daha sonra bu ilk
beli takiben hafif yukarı ve sağa doğru içinde azıcık da 3 derece
falan kaya tırmanış etapları içeren bir geçişimiz oldu ve başka bir
bele daha ulaştık. Artık her ulaştığımız belden yukarı sağa doğru en
uygun rotayı gözümüze kestirip ilerleyecektik. Her uzaktan gördüğümüz
beli asıl varmamız gereken Kayacık sırtı zannederek ve ulaştığımızda
da henüz çok erken olduğunu daha çook sağa yukarı kaymamız gerektiğini
anlayarak ilerledik, ilerledik... Aralarda yine iki üç derecelik kaya
etapları geçtiğimiz oldu. Artık yeterdi. Sonunda sağ tarafta
ulaşılması gereken başka bir sırt olmadığını görünce, yanımızdaki
Eznevit sırtına da geçmememiz gerektiğini bildiğimizden artık üzerinde
bulunduğumuz sırt üzerinde hafif de sola doğru istikamet belirleyerek
ve Kayacık zirvesi hedefleyerek yükselmeye devam ettik. Bir süre sonra
her adımda bir sonraki adımı düşünerek devam ettik, çünkü çıktığımız
her tepenin ardında bir tepe daha yükseliyordu. Artık Kayacık'a
geldiğimizde bile sırttan dolayı zirvenin o olduğu her ne kadar belli
olsa da çıkıp arkasındaki boşluğa bakmak istedim. Saat 15.30 du.
Zirvenin az aşağısındaki bivak alanı hemen gözümüze çarptı. İlk başta
bunu bir kişilik bivak yeri diye düşünüp iki kişilik bir bivak yeri
haline getirebileceğimizin hesaplarını yaparken en sonunda burasının
gayet güzel üç kişilik bir bivak yeri olabileceğini keşfettik.
Hazırlıklar tamamlandı. Yemek, içmek ve bivakların hazırlanmasının
ardından uyku. Tahminimizce yarısı dolu olan bütan-propan tüpümüz kıt
kanaat yetmişti bu yemek ve su kaynatmak işlerine. Saat 7 civarıydı ve
ertesi sabah güneş üzerimizde yükseldikten sonra kalkmaya karar
verdik. Çünkü sezgilerimize göre!!! fazla bir yol kalmamıştı!!!
Tunçlar bu rotayı kışın 10.5 saatte yaptıklarına göre biz de bu
şartlarda iki günde gayet rahat yapardık!!! Hem güneş yokken soğukta
donmaktansa güneş çıktıktan sonra ısınarak ilerlerdik. Nasılsa
zamanımız yeterdi, işkence çekmeye gerek yoktu. Bu sözlere dikkatinizi
çekmek istedim. Çünkü çoğu (hepsi) bana aittir ve diğer ekip
üyelerinin de bu düşüncelere olumlu bakmalarını sağlamıştım, ne kadar
büyük hatalar olduklarını fark etmenizi istiyorum... Neyse ki sonucu
kötü olmadı... Sabah 6.30 da Celil in tüm gece uyuyamamış olmasının da
verdiği hareket etme isteğiyle "Hadi kalkalım artık!" çağrısına "Güneş
yükseldikten sonra kalkacaktıkJ" cevabını da yine ben verdim. Sanki
hiç gece kalkıp zirveye hazırlanmamışım, bivak yüzünden midir nedir
korkağın teki olmuş çıkmıştım. Ve güneş tepemizde 8.30 da yükseldi.
Son demlerini yaşayan bütan-propan kartuşumuzla su kaynatmak ve
hazırlanmanın ardından yola düşüşümüz 10.30 u buldu. Karşımıza çıkan
tüm V çentikleri altlarından ve en uygun geçiş noktalarında dolaşarak
yolu (mecburen) oldukça fazla uzatıp, genelde karlı etaplardan
geçtiğimiz için de bata çıka ilerlemenin verdiği yavaşlıkla karşımızda
Emler zirvesi, biz ilerledikçe uzaklaştı... Her adımda Emler büyüdü, biz
küçüldük, Emler büyüdü, biz küçüldük... Ortaya attığımız sözleri bize
geri yutturmak ister gibiydi adetaJ Biz de küçüldükçe küçüldük ufacık
noktalar halini aldık. Bazı dik çıkışlarda açıdan dolayı bele kadar
kara gömülüyorduk ve diğer ayağımı çıkarıp az yukarıya saplamaya
çalışmak tam bir işkence halini almıştı. Hatta bir yerde kazmayla
dizimi koyabilecek bir çentik hazırladım ve ayağımı o kadar yukarıya
kaldıramadığımdan dizimin üstünde yükseldim. İnsan mecbur kalınca
farklı teknikler de geliştiriyor. Bu arada benim için en kötü kar
türünü açıklamak istiyorum. Üstü hafif donup sertleşmiş ama sizi
taşıyacak kadar da sertleşmemiş, altı yumuşak kar. Üstüne bastığınızda
tam durdum zannediyorsunuz ve hoop bacağınız hafif bir ağırlık
vermenizle içine geçiyor. Hem de en az dize kadar belki de tğm bacak
karın içine gömülüveriyor. Hani baştan yumuşak olsa bu kadar enerji
harcatmayacak. İnsanı kandıran kar türü... Bazı yerlerde "Lütfen batma,
lütfen batma!" diye yalvardığımı hatırlıyorum. Sırta çıktığımızda ve
rüzgarsız, korunaklı bir alan bulup mola verdiğimizde saat 14.30
olmuştu. Fazla gecikmiştik. Zirveye devam etmeden direk
Çelikbuyduran'a inse miydik? Son kararımız bu kadar yol gelmişken
zirveye gidip, hiç oyalanmadan hızlıca inmek oldu. Hem karanlığa
kalsak bile Özgün Karayalak Vadisi'ni iyi bildiğinden yolu bulmamız
çok sorun olmazdı. Yarım saat sonra zirvedeydik. Saat 15.00. Gerçekten
hızlıca birkaç foto çektik ve inişe geçtik. Sabah kaynatıp yanımıza
aldığımız tüm suyu ve çantaların kafasına koyduğumuz yiyecekleri
tüketmiş, hepimiz umutlarımızı Çelikbuyduran'da şırıl şırıl akacak
olan suya dikmiştik. Çıkarken bizi oldukça oyalayan diz hizasındaki
karlar iniş sırasında yardımcımız olmuşlardı. Zira karlara bata çıka
inmek yerine çarşaklardan kayarak inmek istemezdik. Veee yarım saat
sonra Çelikbuyduran... Su yok!!! Moraller dipte. Susuz ve dolayısıyla
yiyeceksiz üstelik oldukça da yorgun bir iniş... Dinlenme kayasına doğru
yavaş bir iniş yaşadıktan sonra hava artık karardı. Geri kalan yolu
ben kafa lambasız (sağolsun) ay ışığında ilerledim. Bu da benim suçum.
Kafa lambamın pillerini kontrol etmeden gelmişim faaliyete. Hem de en
çok kafa lambasına ihtiyaç duyduğum faaliyet oldu kendileri. Siz siz
olun kafa lambanızın pillerini kontrol edip değiştirmeden faaliyete
gitmeyin. Son suçumu da söyleyeyim de içimde kalmasın: Batonlarımı da
unutmuştum bu faaliyete getirmeyi... Neyse ki yapmaktan en az pişman
olduğum hatam buydu. Genelde bir iki saatlik çıkış ve inişin büyük
kısmı hariç lazım olmadılarJ Neyse ki yaptığım hataların cezasını
çekebilecek motivasyondayım ve şansım da hep yaver gidiyor diye
kendimi teselli ediyorum. Mesela mis gibi ay ışığının olması sırf ben
kafa lambamın pillerini değiştirmeyi unuttum diyeydiJ Karayalak'tan
karanlıkta ve üzeri yer yer buz tutmuş, karlı çarşak üzerinde inmek
hiç hoş değildi. Birkaç kez "Acaba karanlıkta inmek yerine bivak mı
yapsak da sabah devam etsek?" diye düşündük ama bildiğiniz üzere bütan-
propan kartuşumuz da bize su ısıtacak durumda değildi ve bu susuzlukla
sabaha kadar beklersek iyice kötüleşebilirdik. İlerlemek zorunda
hissettik kendimizi. İyice yavaşladık ve kontrollü bir şekilde
dikkatlice adımlarımızı atarak ilerledik. Çünkü bu bölgede taşıdığımız
yorgunlukla atacağımız sallapati bir adım her an ciddi bir kazaya
sebep olabilirdi. Artık kapı inişini de tamamladıktan sonra kampa
atardık kendimizi herhalde. Hala susuzluktan ve yorgunluktan bitkin
düşmüş bir haldeydik ama olsun... Bulduğumuz ilk (yani en yukardaki)
çeşmede kana kana su içtikten sonra "Artık ölmeyiz!" dedik. Kapıdan
indikten sonra verdiğimiz kısa bir molada Salim abiyi saat 20.30'da
bizi alması için aramıştık. Tam biz kampa varırken Salim abi de
göründü. Her zamanki gibi 15 dakika erkenden 20.15'te gelmişti. Çadırı
toparlayıp atladık traktöre. Dağ evi. Yine paylaşılacaklar paylaşıldı.
Çantalar yeniden eve göre düzenlendi ve arabayla Niğde. Bir iskender
seansından sonra Özgün'ü çoktan geç kalmış olduğu kuzeninin düğününe
bıraktık (23.00) ve kalan ekip üyeleri olarak Ankara'ya doğru devam
ettik. Ben de sabahın dördünde AŞTİ'den bir otobüse atlayıp İstanbul'a
vardım. Güzel bir faaliyetin ardından her geçtiğimiz konumda "Birkaç
saat önce nerdeydik, ne haldeydik, şimdi nerdeyiz..." veya "Daha dün
nerdeydim, şimdi nerdeyim?" veya ofiste sandalyemde bilgisayarın
karşısında otururken "İki gün önce nerde uyuyordum şimdi şu sıcağa
bak?" benzeri hisleri sık sık yaşadım.

Buraya kadar okudunuz demek, inanamıyorum, kesin ara paragrafları
atlamışsınızdır. Sabrınızdan dolayı tebrik ederim arkadaşlar...

Pınar Kavak

8 Aralık 2009

10 Ekim 2009 Cumartesi

10 Ekim Işık Dağı terkkingi

Bir hafta hazırlandıktan sonra en sonunda 10 Ekim sabahı geldi çattı. Saat 08:10 da Tunus durağından kalkan büyük otobüsümüz saat 08:20 de Bahçeli’ye uğradı ve saat 08:35 gibi Bilkent merkez yurtlar durağına vardı. Burada kiraladığımız diğer 27 kişilik küçük otobüsle buluştuk. Bütün öğrencileri toplayıp son hazırlıkları yaptıktan sonra saat 09:00 da Bilkent’ten ayrıldık. Yolda küçük bir mola vererek toplam 1 saat 50dk gibi bir sürede Kızılcahamam-Çerkeş arasında 22.km deki başlangıç noktamıza vardık.
Ufak bir hazırlanmadan sonra yürümeye başlayan grubumuz yaklaşık 2 km toprak araba yolunu izledikten sonra yolun sağında ufak bir mola verdik. Mola verdiğimiz noktadan araba yolundan ayrılıp doğu- güney doğu yününe doğru yürümeye başladık. 10dk bir dağ geçişinden sonra tekrar araba yoluna girdik. 1 saat kadar araba yolunu takip ettikten sonra bir yol ayırımı bizi karşıladı. Yol ayrımın 10 m Kuzeyinde yer alan çeşmede ufak bir su molası verdikten sonra tekrar güney doğu yönüne devam ettik. Ufak bir tepe aştıktan 10dk sonra kara gölün kenarına vardık. Burada 45dk kadar uzun bir mola verdikten sonra gittiğimiz yoldan geri dönem üzere yola koyulduk. Yürümeye başladıktan 30dk sonra ufak bir su molası verdik ve yolumuza devam ettik. Karagöl’e gelişte dağlık araziden toprak yola girdiğimiz noktadan dağlık araziye geçtik ve gelirken durakladığımız ilk mola yerinde tekrar mola verdik. Bu 10dk’lık molanın ardından araba yoluna girmeyip kuzey yönündeki dar keçi yoluna girdik. Zaman zaman kaybolup tekrar ortaya çıkan dar patikayı yaklaşık 1500m takip ettikten sonra bu patika bizi gelirken izlediğimiz toprak yola çıkardı. Toprak yolda yaklaşık 15-20dk bir yürüyüşten sonra otobüsten indiğimiz noktaya saat 16:00 civarlarında geri geldik.
Otobüslere binerek Kızılcahamam da güzel bir ziyafet çektikten sonra tekrar otobüslere binere saat 19:00 civarında Bilkent’te geri döndük.

Dedegöl Tırmanışı – 04 Ekim 2008

Dedegöl Tırmanışı


3 Ekim akşamı Isparta’nın Eğirdir ilçesine bağlı Bağören köyünden 17:00 sularında hareket edildi. Eğirdir, Aksu, Melikler yaylası hedeflendi. Melikler yaylasında kamp kurulacaktı, ancak Aksu – Yenişarbademli yolunun üzerindeki Melikler sapağının bulunduğu çeşmede inşaat çalışmaları vardı. Yolun 20 metrelik bölümü bozuktu, bu nedenle buraya arabayla giremedik, hava da kararmıştı, Yenişarbademli istikametine devam ettik, yaklaşık 5 km sonra yolun solunda uygun bir kamp alanı bulduk ve buraya kamp kurduk.

Kamp yeri çok güzeldi, çok yağmur yağdı, yemeğimizi çadırda yedik. Yağmur neredeyse bütün gece devam etti.

Sabah 06:45 kalkış, kahvaltı, çadır toplama faaliyetleri derken 08:00’de arabayı yükleyip Melikler yaylasına doğru yola koyulduk. Sapağın girişindeki çeşme inşaatına arabayı bıraktık ve Melikler’e doğru yürümeye başladık, Melikler buradan 4 km kadar mesafede ve yol iniş ağırlıklı.

Saat 08:45’de Melikler Yaylasına ulaştık. Sis yüksekleri kaplamıştı ve dağları görmemizi engelliyordu. Bize verilen tarifte belirgin bir patika ile başlanarak en çok dört saatte zirveye ulaşmamız gerekiyordu. Yaylacı arkadaşa patikanın yerini sorduk ve gösterdiği yöne doğru yürümeye başladık. Ancak sis o kadar yoğunlaştı ki değil dağları önümüzü bile göremiyorduk. Böylelikle dağın Güneydoğusundaki zirve yolu yerine gidiş yönüne göre Melikler obasının batısına düşen geniş çanağa doğru yöneldik.

Solda yükselen büyük dağ kütlesinin önünden ilerleyerek batı yönünde bir sırtı aşınca aşağıda dere yatağında bir çeşme ve terk edilmiş ağıllar gördük. Aşağı inince çeşmeden itibaren belirgin bir patika dere yatağından yukarı doğru ilerliyordu, bu yolu takip ettik. Dere yatağının ileride koca kayalarla örülmüş bir yara dönüştüğü daha çeşmenin yanından görülüyordu. Dere yatağı bitince lav akıntıları olduğu açıkça belli olan masif kayalardan oluşan geniş bir alana geldik. Etrafı yuksek dağ yarlarıyla çevrilmiş olan bu alan dev bir çanak gibiydi.

Karşısı ve sol taraf tırmanış açısından umutsuz göründüğünden sağdaki hafif çimenli sırtlara sarıp mümkünse arkadan dolaşmayı denedik. Dik yamaçlar, gittikçe şiddetlenen 8 kuvvete kadar çıkan rüzgar çok zorladı. Hepsi bir yana bir kalkıp bir inen ama bir şekilde sürekli görüşümüzü engelleyen sis yüzünden aptala döndük, nereye gittiğimizi göremediğimizden epeyce de yavaşladık. Uzun süre hiçbir dağ, yükselti, zirve vs görmeden sisin içinde bir o yana bir bu yana dolaştığımız söylenebilir. Zaman zaman bulduğumuz patikalardan medet umarak onları izledik, onlar da beklenmedik yerlere sapınca vazgeçtik. Bazen hafif açar gibi olan sisin arasından süzülen bir dağ yükseltine bakarak zirve budur herhal diyerek yöneldik, ama altimetre zirve yükseltilerinden henüz uzaktaydı.

Çıktığımız en yüksek tepenin rakımı 2700 civarındaydı. Bu zirvenin adını sonra haritalardan bakıp öğrenebiliriz.

Saat üç olmuştu, bu önceden belirlediğimiz dönüş kritik zamanıydı ve sisin içinde daha fazla dolanmadan dönüşe başlamaya karar verdik ama önce 30dk kadar süren bir öğle yemeği molası verdik ve saat 15:30da dönüşe başladık.

17:30’da kayalıkları inmiş ve çeşmeye gelmiştik, çeşmede 5-10dk mola verdikten sonra, biraz ilerdeki toprak araba yolunun üstünde kendini gösteren patikaya girdik. Bir gözüküp bir kaybolan patika bizi melikler yaylasına kadar indirdi. Bu arada sis de iyice açıldı ve dağlar görünür hale geldi. Böylece nerdeyiz, nereye gittik, aslında zirve nerdeymiş hepsini açık saçık bir şekilde gördük. Melikler Yaylası ve sonrasında yoldan yükselerek arabaya varmamız 19:20’u buldu. 21:00’de tekrar Bağören köydeydik.

Sisin azizliği ve eksik donanım(GPS, Harita) nedeniyle yanlış bir çanağa girerek sis içinde bütün gün gezindik ama normalde hep en yüksek zirveye yönelindiğinden görülemeyen müthiş bir vadiyi, kocaman negatif eğimli duvarları olan dar bir vadiyi, ve yukarıdan bakınca asırlar önce lavların nasılda akıp donuverdiği hayretle görülen koskoca bir çanağı uzun uzun izlemiş, dolaşmış olduk.

Abdullah Özgüven
Sercan Aksoy

24 Eylül 2009 Perşembe

DOST 2009-2010 Güz Dönemi İlk Faaliyeti Aladağlar



Bir hafta önceden hazırlanmaya başladığımız Niğde Aladağlar Emler zirve tırmanışı faaliyeti için son hazırlıkları da bitirdikten sonra 19 Eylül Cumartesi günü sabah saat 08:00 de Aksaray’a hareket eden otobüsle yolculuğumuza başladık. Bayram dolayısıyla Ankara’dan Niğde’ye direk otobüs bulamadığımız için Aksaray aktarmalı Niğde’ye saat 13:10 sularında vardık. Niğde terminalinden kalkan servislerle Niğde eski garajına geçtik ve oradan da Çamardı otobüsüne binerek saat 15:30 sularında Çukurbağ köyüne 1 km uzaklıktaki Demirkazık Köyü sapağında otobüsten indik.

Yaklaşık 15 dakikalık hazırlanmadan sonra Demirkazık köyü sapağından yaklaşık 1 saat yürüyerek Dağ ve Kayak evine ulaştık. Dağ evinde verdiğimiz ufak molanın ardından, Dağ evinin yanında Aladağlar silsilesine doğru yükselen toprak yola girerek ilk kamp yeri olarak planladığımız Sokullu Pınarı’na (2200m) doğru yükselmeye başladık. Toplan 3 saat yürüyüşten sonra saat 19:00 civarları Sokullu Pınarı’na ulaştık ve kampımızı kurduk. Hava durumunun söylediğinin aksine hava sıcak ve çok güzeldi. Bizde bu havadan yararlanıp gece yıldızların altında bivak yaptık.

20 Eylül günü sabah erkenden kalkıp ve kahvaltı amacıyla bir şeyler yedikten sonra saat 06:45 gibi kamptan ayrıldık. Bizim bulunduğumuz irtifada hava gayet iyiydi ancak kafamızı biraz yukarı kaldırdığımızda Dağın üst kısmının sis içinde olduğunu fark ettik. Kampın kuzey doğusunda bulunan Karayalak Vadisi’ne doğru yöneldik. Karayalak Vadisi’ne girdikten bir süre sonra “Kapı”(2500m) olarak bilinen devasa kaya’yı gördük ve ona doğru yöneldik. Kapı’nın altına geldiğimizde ufak bir mola verdik ve daha sonra Kapı’nın yanından yükselmeye devam ettik. Kapı’yı geçtikten sonra bizi bir patika karşıladı. Patikayı takip ederek 400m yükseldiktan sonra sola doğru devam eden patikadan ayrılıp, sağ taraftaki Eznevit Tepesi’nin dik ve yüksek duvarlarının altından iri kayaların bulunduğu çarşağa girdik. Bu uzun ve yorucu çarşağı tırmanarak 3200m rakıma geldiğimizde sol tarafta Emler Tepesinin bir bölümünü ve sağ tarafta Kızılkaya Kulelerini gördük. Orada gördüğümüz düz vadi üzerinde bağımsız bir şekilde duran irice bir kayanın altında mola verdik. Tırmanışın verdiği yorgunlukla tempomuz baya düştü. Düşük tempoyla 300m aşağıda bıraktığımız patikanın devamı olan yola doğru yavaş yavaş yürüdük. Patikada biraz yükseldikten sonra bir toplanma molası daha verdik. Bu uzun moladan sonra sis iyice bize doğru yaklaşmıştı. Bizde yorgun vücutlarımızı kaldırıp Kızılkaya Kuleleri ve Emler tepesi arasındaki patikayı takip ederek Çelikbuyduran B’oğazına saat 14:00 sularında geldik.

Çelikbuyduran da bulunan su kaynağından sularımızı doldurduktan sonra su kaynağı yakınlarına çadırlarımızı kurduk. Biz çadırları kurarken sis iyice bastırdı ve görüş mesafesini 10m ye kadar düşürdü. Sisle birlikte soğuyan havayla başlayan kar yağışı kısa sürede hızlandı ve bizi çadırlara hapsetti.

Geceyi orada geçirdikten sonra sabah güneşin ilk ışıklarıyla zirve yapma heyecanıyla uyandık fakat sabah bizi daha da yoğunlaşmış sis tabakası ve hala yağmaya devam eden yaklaşık 5-6cm kalınlığında bir kar karşıladı. Havanın tırmanmaya elverişli olmadığına karar vererek yavaş yavaş dönüş hazırlıklarına başladık. Saat 09:30 gibi tüm kampı toplayarak dönüş yoluna başladık. Çıkarken girdiğimiz uzun çarşağın inişte tehlikeli olacağını düşündüğümüz için eşeklerin kullandı toprak patikayı takip ederek irtifa kaybetmeye başladık. Bu patika bizi Kapı’ya kadar indirdi. Kapı’yı geçtikten sonra çıkarken kullandığımız yolu takip ederek ilk kamp yerimiz olan Sokullu Pınarı’na saat 13:00 civarı geldik.

Zirve yapamamanın verdiği hüzün ve faaliyetin yorgunluğuyla yavaş yavaş kampımızı kurduk. Aşağıdaki hava yukarıdaki kadar kötü değildi, sis yoktu ama aralıklarla devam eden karla karışık yağmur vardı. Akşama kadar kamp yerinde vakit geçirdik. Yerli ve yabancı dağcılarla muhabbet ettik ve sonunda akşamı ettik. Gece de erkenden yattık.

Salı sabahı Güneş doğmadan uyandık ve hazırlanmaya başladık. Sabah saat 07:30da Dağ evinden geçen otobüsü yakalamak için güneşin ilk ışıklarıyla yola çıktık. Saat 07:20 gibi Dağ evine vardık fakat bize söylendiği gibi otobüs saat 07:30da gelmedi. Yaklaşık 1 saat bekledikten sonra otobüs saat 08:30 civarında geldi. Bu otobüsle birlikte artık faaliyetimiz bitmişti. Niğdeye geldiğimiz yolu kullanarak tekrar Aksaray üzerinden Ankara saat 22:00 civarında vardık.

Sercan Aksoy

3 Eylül 2009 Perşembe


Dost resmi blogu

Merhaba

Deneme sürecidir...