Bayram tatilinde yaptığımız faaliyetin faaliyet raporu aşağıda, Pınar
Kavak yazdı:
30 Kasım-1 Aralık 2009 Emler Batı Yüzü-Sırtı Rotası Tırmanışı
Ekip: Özgün Balaban, Celil Yağız, Pınar Kavak
Tarih: 30 Kasım-1 Aralık 2009
Taşınan teknik malzeme: Bir yarım ip. 5-6 sikke. Çekiç. Kemerler.
Prusik, emniyet aleti, 3-5 karabina. Teknik malzeme kullanılmadı.
Hava Durumu: 1 Aralık akşamına kadar açık, 1 aralık akşamı kapalı ve
sonrasında Niğde yolunda kar atıştırdığına göre yukarıda daha da kötü
olduğunu tahmin ediyorum.
Bütün yazıhaneleri dolaşıp Ankara'ya bilet bulamayınca moralim epey
bozulmuştu. Hani doğru düzgün firmaları bırak, en kötü firmalar da
yüzüme bile bakmadan bana sadece "Yok!" deyip maçı seyretmeye devam
ediyorlardı. Acaba bu faaliyet benim için tembelliğim yüzünden ve bir
Ankara bileti uğruna yok mu olacaktı... En son Nilüfer'de kalmış tek
kişilik bir bayan yeri bulunca bir kez daha dört ayağımın üstüne
düştüğümü hissettim ve mutlu mutlu evin yolunu tuttum. Merak etmeyin
faaliyete 1 hafta öncesinden başladım ama tek tek her günü anlatarak
bu raporun daha ilk paragrafında sayfayı kapatmanıza sebep
olmayacağım. İşte başlıyooor:
Plan şuydu. Zaten Ankara'da yaşayan Celil ve birkaç gün evvel
Ankara'ya ulaşmış olan Özgün'e ben, Pınar da 29 Kasım Perşembe
akşamından eklenince ekibi tamamlayıp Cuma sabah 4.00 gibi Celil'in
arabasıyla Çamardı yoluna düşecektik. Akşam alışveriş ve toparlanma
faslı uzayınca ve erkenden uyuyamayınca 4.00 olan hareket saati 9.00'a
taşındı o ayrı. Arabayla Çamardı'na gitmek de nasıl bir lüksmüş bu
faaliyette anladım, gerçi ben arka koltukta uyuyordum, bir de önde
uyamayan şoför ve onu uyutmamak için sürekli konuşma görevini
üstlenmiş yan koltuk yolcusuna sormak lazım... Neyse imkanı olanlara
şiddetle tavsiye ederim. Demirkazık Dağ Evi'ne arabayı park ettikten
ve son kez çantaları ayarladıktan sonra iki saatlik yürüyüşün ardından
Sokullupınar kamp alanında şırıl şırıl akan ilk çeşmenin yanına kurduk
çadırımızı. Merak edenler için daha yukarda bulunan iki çeşme de
akıyor. İlk kamp gününü de uzatmaya gerek yok, klasik işler, yemek,
içmek, plan ve uyku. Yanımızda rotayı anlatan Aladağlar'da 50 Rota
kitabı ve Anıl ve Moris'in faaliyet raporları da dahil olmak üzere
birkaç rapor ve Moris'in bana cevaben yazdığı "Yapılmaması gerekenler"
listesinin üzerinden birkaç kez geçmiştik.
31 Kasım Cumartesi gecesi plana sadık kalarak 3.00'te kalktık. Yarım
saatlik bir gecikmeyle 5.00'te yola çıktık. Yoldan yürümeye başladık,
bir süre sonra en uygun bölgeden araziye girdik ve o kitapta
bahsedilen belirgin kaya kütlesinin soluna doğru zigzaklardan oluşan
bir hat çizdik. Kayaların solundan solundan ve fazla da içeriye
sapmadan (yani diplerinden de çok uzaklaşmadan) yukarıya bir bele
çıktık. Buraya çıkmamızla bu faaliyetin dönüşünün hayati bir durum
oluşmadıkça Emler klasikten yapılacağı anlaşıldı. Daha sonra bu ilk
beli takiben hafif yukarı ve sağa doğru içinde azıcık da 3 derece
falan kaya tırmanış etapları içeren bir geçişimiz oldu ve başka bir
bele daha ulaştık. Artık her ulaştığımız belden yukarı sağa doğru en
uygun rotayı gözümüze kestirip ilerleyecektik. Her uzaktan gördüğümüz
beli asıl varmamız gereken Kayacık sırtı zannederek ve ulaştığımızda
da henüz çok erken olduğunu daha çook sağa yukarı kaymamız gerektiğini
anlayarak ilerledik, ilerledik... Aralarda yine iki üç derecelik kaya
etapları geçtiğimiz oldu. Artık yeterdi. Sonunda sağ tarafta
ulaşılması gereken başka bir sırt olmadığını görünce, yanımızdaki
Eznevit sırtına da geçmememiz gerektiğini bildiğimizden artık üzerinde
bulunduğumuz sırt üzerinde hafif de sola doğru istikamet belirleyerek
ve Kayacık zirvesi hedefleyerek yükselmeye devam ettik. Bir süre sonra
her adımda bir sonraki adımı düşünerek devam ettik, çünkü çıktığımız
her tepenin ardında bir tepe daha yükseliyordu. Artık Kayacık'a
geldiğimizde bile sırttan dolayı zirvenin o olduğu her ne kadar belli
olsa da çıkıp arkasındaki boşluğa bakmak istedim. Saat 15.30 du.
Zirvenin az aşağısındaki bivak alanı hemen gözümüze çarptı. İlk başta
bunu bir kişilik bivak yeri diye düşünüp iki kişilik bir bivak yeri
haline getirebileceğimizin hesaplarını yaparken en sonunda burasının
gayet güzel üç kişilik bir bivak yeri olabileceğini keşfettik.
Hazırlıklar tamamlandı. Yemek, içmek ve bivakların hazırlanmasının
ardından uyku. Tahminimizce yarısı dolu olan bütan-propan tüpümüz kıt
kanaat yetmişti bu yemek ve su kaynatmak işlerine. Saat 7 civarıydı ve
ertesi sabah güneş üzerimizde yükseldikten sonra kalkmaya karar
verdik. Çünkü sezgilerimize göre!!! fazla bir yol kalmamıştı!!!
Tunçlar bu rotayı kışın 10.5 saatte yaptıklarına göre biz de bu
şartlarda iki günde gayet rahat yapardık!!! Hem güneş yokken soğukta
donmaktansa güneş çıktıktan sonra ısınarak ilerlerdik. Nasılsa
zamanımız yeterdi, işkence çekmeye gerek yoktu. Bu sözlere dikkatinizi
çekmek istedim. Çünkü çoğu (hepsi) bana aittir ve diğer ekip
üyelerinin de bu düşüncelere olumlu bakmalarını sağlamıştım, ne kadar
büyük hatalar olduklarını fark etmenizi istiyorum... Neyse ki sonucu
kötü olmadı... Sabah 6.30 da Celil in tüm gece uyuyamamış olmasının da
verdiği hareket etme isteğiyle "Hadi kalkalım artık!" çağrısına "Güneş
yükseldikten sonra kalkacaktıkJ" cevabını da yine ben verdim. Sanki
hiç gece kalkıp zirveye hazırlanmamışım, bivak yüzünden midir nedir
korkağın teki olmuş çıkmıştım. Ve güneş tepemizde 8.30 da yükseldi.
Son demlerini yaşayan bütan-propan kartuşumuzla su kaynatmak ve
hazırlanmanın ardından yola düşüşümüz 10.30 u buldu. Karşımıza çıkan
tüm V çentikleri altlarından ve en uygun geçiş noktalarında dolaşarak
yolu (mecburen) oldukça fazla uzatıp, genelde karlı etaplardan
geçtiğimiz için de bata çıka ilerlemenin verdiği yavaşlıkla karşımızda
Emler zirvesi, biz ilerledikçe uzaklaştı... Her adımda Emler büyüdü, biz
küçüldük, Emler büyüdü, biz küçüldük... Ortaya attığımız sözleri bize
geri yutturmak ister gibiydi adetaJ Biz de küçüldükçe küçüldük ufacık
noktalar halini aldık. Bazı dik çıkışlarda açıdan dolayı bele kadar
kara gömülüyorduk ve diğer ayağımı çıkarıp az yukarıya saplamaya
çalışmak tam bir işkence halini almıştı. Hatta bir yerde kazmayla
dizimi koyabilecek bir çentik hazırladım ve ayağımı o kadar yukarıya
kaldıramadığımdan dizimin üstünde yükseldim. İnsan mecbur kalınca
farklı teknikler de geliştiriyor. Bu arada benim için en kötü kar
türünü açıklamak istiyorum. Üstü hafif donup sertleşmiş ama sizi
taşıyacak kadar da sertleşmemiş, altı yumuşak kar. Üstüne bastığınızda
tam durdum zannediyorsunuz ve hoop bacağınız hafif bir ağırlık
vermenizle içine geçiyor. Hem de en az dize kadar belki de tğm bacak
karın içine gömülüveriyor. Hani baştan yumuşak olsa bu kadar enerji
harcatmayacak. İnsanı kandıran kar türü... Bazı yerlerde "Lütfen batma,
lütfen batma!" diye yalvardığımı hatırlıyorum. Sırta çıktığımızda ve
rüzgarsız, korunaklı bir alan bulup mola verdiğimizde saat 14.30
olmuştu. Fazla gecikmiştik. Zirveye devam etmeden direk
Çelikbuyduran'a inse miydik? Son kararımız bu kadar yol gelmişken
zirveye gidip, hiç oyalanmadan hızlıca inmek oldu. Hem karanlığa
kalsak bile Özgün Karayalak Vadisi'ni iyi bildiğinden yolu bulmamız
çok sorun olmazdı. Yarım saat sonra zirvedeydik. Saat 15.00. Gerçekten
hızlıca birkaç foto çektik ve inişe geçtik. Sabah kaynatıp yanımıza
aldığımız tüm suyu ve çantaların kafasına koyduğumuz yiyecekleri
tüketmiş, hepimiz umutlarımızı Çelikbuyduran'da şırıl şırıl akacak
olan suya dikmiştik. Çıkarken bizi oldukça oyalayan diz hizasındaki
karlar iniş sırasında yardımcımız olmuşlardı. Zira karlara bata çıka
inmek yerine çarşaklardan kayarak inmek istemezdik. Veee yarım saat
sonra Çelikbuyduran... Su yok!!! Moraller dipte. Susuz ve dolayısıyla
yiyeceksiz üstelik oldukça da yorgun bir iniş... Dinlenme kayasına doğru
yavaş bir iniş yaşadıktan sonra hava artık karardı. Geri kalan yolu
ben kafa lambasız (sağolsun) ay ışığında ilerledim. Bu da benim suçum.
Kafa lambamın pillerini kontrol etmeden gelmişim faaliyete. Hem de en
çok kafa lambasına ihtiyaç duyduğum faaliyet oldu kendileri. Siz siz
olun kafa lambanızın pillerini kontrol edip değiştirmeden faaliyete
gitmeyin. Son suçumu da söyleyeyim de içimde kalmasın: Batonlarımı da
unutmuştum bu faaliyete getirmeyi... Neyse ki yapmaktan en az pişman
olduğum hatam buydu. Genelde bir iki saatlik çıkış ve inişin büyük
kısmı hariç lazım olmadılarJ Neyse ki yaptığım hataların cezasını
çekebilecek motivasyondayım ve şansım da hep yaver gidiyor diye
kendimi teselli ediyorum. Mesela mis gibi ay ışığının olması sırf ben
kafa lambamın pillerini değiştirmeyi unuttum diyeydiJ Karayalak'tan
karanlıkta ve üzeri yer yer buz tutmuş, karlı çarşak üzerinde inmek
hiç hoş değildi. Birkaç kez "Acaba karanlıkta inmek yerine bivak mı
yapsak da sabah devam etsek?" diye düşündük ama bildiğiniz üzere bütan-
propan kartuşumuz da bize su ısıtacak durumda değildi ve bu susuzlukla
sabaha kadar beklersek iyice kötüleşebilirdik. İlerlemek zorunda
hissettik kendimizi. İyice yavaşladık ve kontrollü bir şekilde
dikkatlice adımlarımızı atarak ilerledik. Çünkü bu bölgede taşıdığımız
yorgunlukla atacağımız sallapati bir adım her an ciddi bir kazaya
sebep olabilirdi. Artık kapı inişini de tamamladıktan sonra kampa
atardık kendimizi herhalde. Hala susuzluktan ve yorgunluktan bitkin
düşmüş bir haldeydik ama olsun... Bulduğumuz ilk (yani en yukardaki)
çeşmede kana kana su içtikten sonra "Artık ölmeyiz!" dedik. Kapıdan
indikten sonra verdiğimiz kısa bir molada Salim abiyi saat 20.30'da
bizi alması için aramıştık. Tam biz kampa varırken Salim abi de
göründü. Her zamanki gibi 15 dakika erkenden 20.15'te gelmişti. Çadırı
toparlayıp atladık traktöre. Dağ evi. Yine paylaşılacaklar paylaşıldı.
Çantalar yeniden eve göre düzenlendi ve arabayla Niğde. Bir iskender
seansından sonra Özgün'ü çoktan geç kalmış olduğu kuzeninin düğününe
bıraktık (23.00) ve kalan ekip üyeleri olarak Ankara'ya doğru devam
ettik. Ben de sabahın dördünde AŞTİ'den bir otobüse atlayıp İstanbul'a
vardım. Güzel bir faaliyetin ardından her geçtiğimiz konumda "Birkaç
saat önce nerdeydik, ne haldeydik, şimdi nerdeyiz..." veya "Daha dün
nerdeydim, şimdi nerdeyim?" veya ofiste sandalyemde bilgisayarın
karşısında otururken "İki gün önce nerde uyuyordum şimdi şu sıcağa
bak?" benzeri hisleri sık sık yaşadım.
Buraya kadar okudunuz demek, inanamıyorum, kesin ara paragrafları
atlamışsınızdır. Sabrınızdan dolayı tebrik ederim arkadaşlar...
Pınar Kavak
8 Aralık 2009
5 Şubat 2010 Cuma
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder